21 Haziran 2015 Pazar

                                                                   Dört Yılın Özeti

Aslında hep içimde ukde kalmıştı doğum günümün okul dönemine denk gelmemesi, kaderin cilvesi olsa gerek öğrenim hayatımın son demlerinde doğum günümün tesadüf etmesi. Öncelikle, çok değerli dostlarımın, hocamın hatırlayıp kutlaması beni oldukça mutlu etti. Biraz doğum günü çocuğunun duygusallığı ile birazda Konya'ya veda etmenin burukluğu ile bu yazıyı yazmaya karar verdim. Dolu dolu koskoca dört yıl artık bitmiş bulunmakta. 5 Eylül 2011 tarihinde memleketimden yola çıkarak tıpkı benim gibi ülkenin dört bir yanından çantasına büyük umutlar doldurup gelen yüreği güzel dostlarımla artık aynı havayı teneffüs etmeye başlamıştım. İlk izlenimlerimiz ile arkadaşlıklar kurmaya çalıştık kiminin ilk izlenimi sonuna dek sürerken kimininki buğulu cama yazılan yazı gibi silinip gitmişti. Eliye eliye dördüncü sınıfın sonuna getirdiğimiz arkadaşlarımız ise artık dostlarımız olmuştu. Çoğumuzun acısı ortak acı olmuş, sevinçlerimiz ise zaten hep birdi. Mithat'ın saçlarımın dökülme sorunu hepimizin derdi olmuş, Hocalardan topladığı şekerler ise demlediği unutulmaz çayına tat vermişti. Sinirlendiği zamanın da kelimeleri telaffuz edememesi hepimizi kahkahaya boğmuştu sessiz ama duygusallığı dibine kadar yaşayan tertemiz bir Yozgatlı idi. Havva'nın dersleri ile verdiği mücadelede tek yürek olmuş, babaannesini kaydettiğinde ki göz yaşı hepimizin göz yaşı olmuştu, şahsına münhasır karakteri ile grubumuzun en renkli kişiliği olmuştu çünkü o hep gurubumuzun sırlarımı ağzından kaçırırdı.  Ve şimdi konuşmasından tavırlarına, fikirlerinden çalışkanlığına varana kadar kalitesini ortaya koyan Alperen'i anlatmaya sıra geldi. Biriken derslerimin üstesinden gelmemin belkide gizli kahramanıydı o. Dersleri ciddiye almamı belkide o öğretmişti bana Çumra'ya gitmeden oraları sevdiren beyefendiliği ile örnek olan bir dosttu. Grubumuzun oluşmadan önceki en küçük mihenk taşını oluşturuyorduk onunla. Güler yüzlülükte rakip tanımayan Özlem'in neşesi ve sıcak kanlılığı ise grubun perçinlenmesini sağlıyordu Havva'ya duyduğu sevgiyi Ösym önceden bilmiş gibi sınıf listesinde onları alt alta yazmıştı. Yufka yüreği ve kin tutamaması yıllar geçse de hep hatırlanacaktı. Osmanlıca sınavlarının mağduru idi, kimi zaman sınavdan aldığı düşük notlar bizim notumuz, şaha kalkıp dersten geçer not alması ise hepimizin notu olmuştu. Eyüp'e sıra gelince daha onun hakkında yazmaya başlamadan bile bir tebessüm oluşturuyordu. Yaptığı espriler ile grubumuzun neşe kaynağı olmuştu. Hele ki dedesinin şahini Eyüp'ü tamamlayan bir obje olmuştu. Ona yapılan şakaların sınırı yoktu çünkü tertemiz kalbi ile hepsine gülüp geçiyordu. Uğur'a sıra gelince  dersleri boş vermişliği ile bütün derslerin üstesinden gelmesi hepimizi hayret ettiriyordu  evi ise asıl merak konumuzdu. Çocukluk yaşantımızdaki benzerlik de Uğur'la beni kaynaştıran unsurdu. Kadir mi ? Kadir hakkında yazılacak çok bir şey yoktu çünkü hayatında ki  her şeyi asi ruhu ile hep bizlere yansıtıyor hafızamızda derin bir yere sahip oluyordu. Belki de yıllar sonra radyoda çalan ağlama yar türküsü ile hatırlanacak tek kişiydi Adem şivesi ile kızlara yaptığı kibarlık onu daha da unutulmaz kılıyordu. Şimdi bu unutulmayacak insanlara veda vakti geldi. Hep hatırlanmak dileği ile...

                                                                                                            Muhammed Ali KAHYALAR

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Anlatılmak İstenenler

                                 


                     

                                              Canı Sıkılan Tarihçinin İlk Yıl Deneyimi

     Hadi biraz güvenden konuşalım. Herkesin güvendiği birileri vardır değil mi, ya da başkasının güven yükünü taşıyan birileri. Bu ikisi içerisin de başkasının güvenine cevap vermek zorunda olmak, işte en zor iş bu olsa gerek. Mesela bunu örneklendirecek olursak ailenin çocuğundan başarı beklemesi. Gelin bu konu hakkında biraz kafa yoralım. Hani bir çok örneği vardır aslında ama bence en geçerli örnekte bu, çünkü diğerleri karşılıklı çıkar doğrultusunda kurulan güvendir. Biraz saçma oldu değil mi güven ve çıkarın aynı cümlede geçmesi? Ama öyle değil mi sizce de? Ya da bunu kendi ayakları üzerinde durmayı becerebilenlere mi sormalıydım? Az önce bahsettiğim örneğe de açıklık getirmek istiyorum hangi arkadaş, eş dost, akraba, karşılık beklemeden iyilik yapar ki? İşte bu noktada aile kavramı bu soruya cevap veriyor çünkü karşılık beklemiyor sadece çocuğunun muafiyeti için çabalıyor. Darda kalınca akla ilk gelen ailedir tabi ben bunları ailesinden uzakta olan ve okumak için çaba gösteren biri olarak yazıyorum. Ellerinde olmadığı halde her telefon görüşmesinden sonra kapatırken bir şeye ihtiyacın var mı, paran var mı diye sorulara maruz kaldığım için ailenin önemini daha iyi idrak edebiliyorum şimdi. Hani akraba filan demiştik ya az önce onlar tam bir trajikomedi zaten bazen sadece aramış olmak için ararlar göze piyes. Zaten bunu ses tonundan da anlarsın telefonu bir an önce kapatmak için parmağı ''no'' tuşunda hazır bekliyordur. Ben böyle konuşuyorum da beni de paragöz filan diye de nitelendirmeyin sakın ha. Bu sadece maddiyatla yapılmış bir gözlem değil. Sadece o kutsal aile kavramının gelip geçici olmadığını vurgulamaya çalışıyorum.

    Bazen de hayatımızda bir şeylerin değişmesi için çabalarız hatta bununla ilgili belki yaratana bile isyan ederiz. Çünkü sabretmesini bilmiyoruz ve öğrenmiyoruz en büyük eksiklerimizden biride bu ya. Ardından  hayatımızda öyle değişimler yaşanır ki onca bekleyişten sonra bunun farkına dahi varamayız bir deyim vardır ya ''ne oldum delisi'' olmak gerisini ancak bu deyimle açıklayabiliriz. Sonra değişimin büyüsüne kaptırırız kendimizi ben bunları fazlasıyla hak ettim diyerek avunuruz. Hele bir de hayal ettiğinin üstünde bir hayata sahip olursan bu değişimle tam bir facia yazmak dahi istemiyorum inanın. Eğlence hayatı başlar, alkol alınır müziğin ritmine ayak uydurulur sonra facebook, twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılmak üzere fotoğraflar çekilir çevreye ben artık böyleyim imajı verilir. Aslında kendisi de bunun farkındadır görünmeye çalıştığı gibi biri olmadığının. Dediğim gibi sadece ''ne oldum delisi'' olmuştur. Zaman geçtikçe yabancı olduğu ortamın farkına varır ama artık sadece alışkanlıktan yapıyordur onları hı birde çevreye bir imaj katmıştı ya hani onu korumaya çalışır. Artık zorla güldüğünün farkına varır yüz kaslarını gülmek için zorladığı acıyla beraber anlar  pinokyoluk yaptığını. Bak birde neyi unuttuk sahip olunan arkadaş çevresini sanki ebediyen sürdürecek gibi düşünürüz. Vardır tabi bununla ilgili istisnalar onlara sözümüz yok. Bir düşünsenize hangimiz o çok sevdiğimiz lisedeki arkadaşımızla ya da durun durun  ilkokuldaki aynı sırayı paylaştığımız hatta bitini bize bulaştıran canım dediğimiz insanla görüşüyoruz aynı sıkı bağla? Bu mümkün değil zaten o samimiyet görüşülse bile hal hatır sormaktan öteye gitmez gitse bile eskiler yad edilir, hatırlar zorlanır, gülüşüp eğlenilir, ötesi olamaz olsa bile bir daha ki görüşmeye bir şey kalmaz kalsa bile geçen görüşmemizde o masada oturup şunlara bunlara gülmüştük diye saçma bir muhabbet sarmaz çünkü. Kısacası artık ortak bir nokta kalmamıştır eski sınıf arkadaşı unvanı haricinde.

    Umarım artık bir şeylerin farkında oluruz tabi bu farkındalık ile bir çaba da gösteririz. Son olarak da olduğumuz gibi görünelim farklı ortama ayak uydurmaya çalışmak yerine eğer illa ki eğlenmek istiyorsak gidip bir Ankara havasında oynayalım hiç olmazsa kendimizle muhakeme yapmak zorunda kalmayız çünkü kişiliğimiz bunu yadırgamaz. Dediğim gibi  arkadaş çevresine de kaptırmayalım kendimizi gelip geçici.Son olarak da başından beri üstünde durduğum ailenin önemini unutmayalım bir önemi yoksa sizin için ailenizin kulağınıza bir küpe olsun en azından ayrı kalınca anlarsınız yazdıklarımın değerini.

                                                                                                                         Muhammed Ali KAHYALAR